Madde ve mana…
Yaratılışın mükemmelliğini, Yaradanın kudretini her geçen gün fark eden bir insan kendini bu akışa nasıl teslim eder?
Benim sonsuz kaynaktan yararlanmamı engelleyen şey ne?
Var olan, her daim akışta olan sonsuz bir kaynağın bilincindeysem ben neden bu kaynaktan kısıtlı bir şekilde yararlanayım ki?
Benim Yaratıcım ‘isteyin vereyim’ diyor, kapılar ardına kadar açık..
Hakikatle istemeyi bilmek gerekiyor.
Benim hayal gücüm, kapasitem ya da bilinçaltım bu kaynaktan tam olarak yararlanmama ne kadar hazır? Ya da bu kaynağın ne kadar farkında?
Kısıtlı bir düşünce yapısıyla, sonsuz bir kaynağın varlığını nasıl kabul edebilir ki beyin?
O halde ilk aşama kısıtlı düşüncelerimizi bırakmak.
Nazikçe bırakmayı, bırakabilmeyi seçmek.
Beni yoran, ağır gelen düşüncelerden hatta duygulardan kurtulmak! Kurtulmayı amaçlamak..
Öfke, nefret, kin, kıskançlık ya da üzüntü içinde olan duygularda, düşüncelerde çırpınırken nasıl bolluğu, var olan bereketi görebilir insan? O yüzden ilk önce sırtıma kambur olan, ayağıma pranga olan hatta belki de boğazıma düğüm olan duygulardan sıyrılmak.
Ve ben her bir duygumun kaynağının benim düşüncelerimden kaynaklandığının bilincindeysem o zaman düşüncelerime, ne düşündüğüme hatta neyi niye düşündüğüme dikkat etmeliyim ve odağımı kontrol edebilmeyi öğrenmeliyim.
Yaratıcımın ‘ben kulumun zannı üzereyim’ sözü tam da bu konuya ışık tutmak üzere söylenmiş gibi. Benim düşüncelerim sürekli absürtleşiyorsa kendime olduk olmadık zanlar yüklüyor, bir şeyleri zannederek anlamlar çıkarıyorsam ki bunu ben de çok yapmışımdır, bundan sıyrılma o kadar kolay bir durum değildir bence çünkü çok güçlü bir irade ve farkındalık gerektirir, bu durumda yüklediğim anlamlarda hep kısıtlayıcı, hep mağdur rolü, hep bir yetersizlikse o zaman ben var olan ve akış içinde olan sonsuz kaynağın varlığını nasıl idrak edebilirim ki?
Sistem böyle işlemiyor.
Muazzam bir sistem var, müthiş adaletli ve farkında olana, idrak edene, düşünene, sorumluluk alana, bazı sırlara erişene belki de ve bence üçüncü bir göz olarak kişilere veya durumlara bakabilene kolaylıkla akan bir sistem mevcut.
Dünyanın varoluşu bile bir sistem üzerine. Ekosistem dediğimiz bir kavram var, bütün canlılar bu sisteme tabi. Hadi çok uzağa gitmeye gerek yok, kendimize kendi içimize bakalım. Sistem içinde sistem saklı Sübhanallah. Dolaşım sistemimiz, sindirim, boşalttım sistemimiz.. Hepsi muazzam bir şekilde birbirini takip ederek bana, bedenime hizmet etmek için işliyor..
Daha da içeriye bakmayı bildiğimde hepinizin muhakkak bildiği ya da duyduğu beni ben yapan, yılmadan usanmadan çalışan bir sistem var. Üstelik gözle görülmeyecek kadar küçük bir yapı ama yaratılış kudreti o kadar muazzam ki benim hayatımda çok önemli bir yer kaplıyor. Evet bu yapı hücre hücrelerimiz. Her bir hücremin bana ait muazzam bir kodu var ki bu koda DNA diyoruz. O gözle görülmeyen küçücük yapı, sırf bana hizmet etmek için kilometrelerce uzunluktaki DNA’yı açarak bir işleme tabi tutuyor. Neden? Bana bir protein üretecek diye, sistemin devamlılığını sağlayacak diye!
Düşündünüz mü hiç ya derdi ne bu yapının her seferinde her seferinde o koskoca şifreli DNA‘yı aç, oku, işle, kapat yapıp dursun. Onu üret, bunu yok et, şu sistemi koru, bunu çoğalt, her şey asayiş berkemal mi bak?
Düşününce benim bile bi çığlık atasım var, aaa ne oluyoruz diye!
İnsan bir durup yavaşlayınca böyle de muazzam güzelliklerin farkına varınca hayretle bakmaya başlıyor, bir şeyin ardındakini görebilmek, muazzam bir sistemin içinde yaşadığını görmek. Her şeyin aslında sana hizmet ettiğini fark edebilmek..
Güneşin, suyun, gecenin, gündüzün, öten kuşun, esen rüzgârın her şeyin…
Böyle muazzam bir sistemin içinde kendimizde neden bu kadar kısıtlama inancı taşıyoruz, bir süredir hep soruyorum kendime.
Sonsuz kaynağın tezahürü hayatlarımızda, yaşayış hatta yetiştirilme tarzlarımıza yansımış olacak ki her birimizin yaşamı farklı farklı. Aynı anne babanın yetiştirdiği iki çocuk bile birbirinden apayrı. Çünkü herkesin öğretisi farklı, deneyimlemek istediği bu hayat farklı.
Muazzam bir sistem daha, tek düzelik yok.
Peki biz neden hayatlarımızı tek düze yaşıyoruz? Neden hepimizde bir hırs, hep bir acelecilik, hep bir şeyleri yapma ya da yetiştirme güdüsü var. Bu topluma dayatılan sistem ne ki insanlar bu sistemden kopamıyor? Kopmayı bırak farkına bile varamıyor!
Ben hiç inanmadım oldum olası inanmıyorum da. Bu dünyaya sadece doğup büyümeye, ömrünün en önemli kısımlarını okuyarak ve yaralar alarak geçirmeye, işe girmeye, evlenmeye, çoluk çocuk yapmaya, bir yandan sürekli bir işte koşturmaya, kendine hiç zaman ayırmadan ne yapıyorum ben ya demeden yaş almaya ve göçüp gitmeye geldiğime inanmıyorum.
Belki de çoğu şeyi bu yüzden erteledim bilmeden, farkına varamadan şu an yazarken biraz idrak ediyorum =)
Ben hep sevgiye inandım içimde sevginin iyileştirici gücüne inancım muazzam yoğunlukta. Her ruhun, her bedenin hatta belki her düşüncenin bir amacı, bir vazifesi olduğuna inanıyorum. Benim bu dünyadaki amacım ilim öğrenmek ve öğretmek. Kendimi hep böyle dua ederken buluyorum mesela. Çünkü beni tatmin eden şey bu. Ben öğrendikçe ve aktardıkça mutlu oluyorum.. Çünkü biraz da birlik yasasını biliyor ve buna inanıyorum..
Çünkü her şey birlikte iyilik için işler!
Zaten bütün bu yaratılışın sebebi sevgi. Yaratıcının kuluna olan sevgisi. Bütün bu sistemler, kainat hepsinin kaynağı sevgi. Çok yüce bir olgu sevildiğini bilmek. Düşünsene yüce bir güç tarafından seviliyorsun ve sana deniyor ki bütün sistem emrine amade.
Fark et, aklet ve kullan.
Beni tanı, beni öğren, beni sev. Ben senin zannın üzereyim. Sadece aklet çünkü ben sana yığınla kapasite verdim, kendi içine dön, bi dinle, bi yavaşla ve fark et. Benim kudretim sen de tecelli ediyor zaten bu sadece saklı, bu sırrı ortaya çıkar ve keyfini sür bu hazzın..
Biliyorum bu sözlerim herkese hitap etmeyecek, belki sırası değil belki zamanı…
Hitap edenlerle yola devam etmek isteyerek gelin içimizde, kendimizi kısıtladığımız alanları bulup dönüştürebilmeyi deneyelim.
Yaratılışın kudretini daha çok hayatlarımıza tecelli ettirerek ferah ve dingin bir yaşam sürmek adına..
Yorumlar
Yorum Gönder