Merak ?
Nedir merak? İnsanın merak
duygusu nereden gelir? Ya peki bir merakla başlayan şeyler insana neler
yaşatır? İnsanı bugün ki gelişmişlik düzeyine getiren merakı elbette. Basit bir
ilgi ya da bilgi açlığından öte, ruhun büyüme ve genişleme arzusunu da ifade
eden merak, manevi anlamda da çok özel bir yere sahip. Ruhsal açıdan merakın
varlığı kişinin içsel yolculuğunda da bir pusula görevi görebilen bir araçtır
bazen.
Merak eden bir zihin, yaşamı
farklı açılardan sorgulayabilir ve yer yer de bilgi arayışındadır. Merak, yeni kapılar açar ve ruhsal büyüme fırsatlarını
beraberinde getirir bazen. Ruhsal merak, sadece zihinle değil, kalple de
bağlantı içerir. Gerçek merak, sevgi ve anlam arayışıyla doludur. Ya peki bir
kişiye duyulan merak insanı neye sürükler? Dengeli bir merak duygusu nasıl
olmalı? Birine merak duymak onu daha iyi
tanımaya, anlamaya çalışma ve derin bir bağ kurma isteğini tetikler çoğu zaman.
Bu, sağlıklı bir bağlanma ve empati geliştirme fırsatı sunabilirken dengesiz
kurulan bir merak duygusu aşırı bağımlılık, takıntıya dönüşme riski de
barındırır aynı zamanda. Bu takıntı kişide bir yerden sonra karşısındakinin
hayatını anlamaya çalışırken kendi hayatını ihmal etmesini de beraberinde
getirebilir. Merak ettiğimiz insanlar genelde bizimle bir şekilde rezonans
alanımıza girenlerdir. Onlara olan ilgimiz, aslında kendi içimizde çözmek
istediğimiz bir parçaya da işaret ediyor olabilir. Örneğin, birinin cesareti ya da hassasiyeti
sizi etkiliyorsa, belki de bu nitelikleri kendinizde arıyor ya da geliştirmek
istiyorsunuzdur. Belki de hayatınız da bir ayna görevi görmeye gelmiştir. Kendi
içinizde bastırdıklarınızı ya da kabullenmekte zorlandığınız duygu veya
düşüncelerinizi hatırlatır. Kendinize bir adım atmaya teşvik eder. Tabi bunun
için önce fark etmek gerekir, bu olasılıkları bilmek gerekir. Fark etmek,
akletmek, kabullenmek ve de değişime gönüllü olmak gerekir.
İlahi sistemin varlığını daha iyi
anlamak adına onu basitçe trafiğe benzetebiliriz. Bazen gideceğimiz yolu daha
iyi seçebilmek ve varabilmek adına bize işaretler, mesajlar gönderir. Aynı
trafikte ki ışıklar, levhalar gibi. Sisteminde kendine has bir iletişim dili
var, tabi bazen çözmek zor olsa da yer yer bariz uyarıları ya da destekleri de mevcut.
Bende kendi yolculuğumda kendimi
geliştirmeye adamaya niyet ederek çıktım yola. Bariz işaretler istedim,
anlamıyorum Rabbim bana açık açık anlat dedim. Bazen birinden duydum, bazen
önüme düştü, bazen içime ilham oldu. Bazen de gözümün önünde duran şeyleri
göremedim, duyamadım. Bazen de bu yola girme levhalarına, uyarılarına rağmen bodoslama
daldım o yola.
Önceki yazılarımda bir aynamdan
bahsetmiştim. Bazı yanları o kadar bendi ki! O konuştukça ben beni seviyordum.
Beni aynalayarak bana kusur, hata olarak gelen şeyleri hafiflettiği, yükümü
azalttığı için bana iyi geliyordu ki o bunun farkında bile değildi. Kendini
anlatıyor sanıyor. Bana beni anlattığının, bende neleri tetiklediği ya da hangi
yanlarıma şefkatle yaklaşacağımı gösterdiğinden bir haber :) bana beni kusurlarımla
sevdirdiğini fark ettim. Bu onu daha kıymetli bir ayna yaptı tabi benim
gözümde. Sorular sormaya başladım. Çünkü biliyorum soruların, kelimelerin
gücünü ve bana kazandıracakları bakış açılarını. Getirileri olduğu gibi
götürüleri de oldu tabi. Denge burada da kendini gösterdi. İlk başlarda
hediyeleri ne demiştim. Hediyeleri sanırım bakış açımı genişletmeye vesile
olmaktı. Düşünmediğim yerlerden bir kıvılcım ateşlemek. Bazen haykırasım
geliyor, ne yaşıyorum ben böyle diye. Her şey zamanın esiri, Yaratıcı’nın
sistemi öyle bir işliyor ki ben hayret etmekten idrak edemiyorum çoğu zaman. O
hayretin farkındalığı ve hazzı bana göre bambaşka. Herkes herkese ayna evet ama
şanslıyım ki bu sefer ki aynamdan biraz torpilli hissediyorum.
Gün geçtikçe konuştukça
sohbetlerimizin farklılaşmaya hatta bazen derinleşmeye başladığını fark
ediyorum bu daha da cezbedici bir hal almaya başlıyor benim için o konuştukça
ben de yazma isteği arzusu oluşuyor ki bu yazıyı da onun birkaç cümlesi için
kaleme almak istedim. İçinde koca bir potansiyel var ama duvarlar örüp kapatmış,
hapsetmiş kendini çoğumuz gibi. Sebepleri var elbette sağlam sebepleri. Bir
sohbetimizde bana su yolunu bulur insan bulamaz dedi. Aklıma hemen okuduğum “Su
Kanunu” adlı kitap geldi. O kitap serisiyle karşılaşmam tamamen tevafuk. Bana
öğretileri ve bakış açıları muazzam oldu. Mustafa Kaya’nın o kitap serisini
okumanızı tavsiye ederim. Suyun içinde saklı yaratılış hikmetinden bahsediyor.
Su aslında nedir? Cennetten değişmeden gelen tek şeyin su olduğunu yazıyordu,
tabi bunu derinlemesine araştırmak gerekir. Ama düşünsenize cennetten
değişmeden gelen tek şey su ve %70’den fazlası sudan oluşan bir canlının suyun
sırrını idrak ettiğinde kendisine açılabilecek kapılar nelerdir? Ve bu hikmeti
nasıl akledip yaşamlarımızda kullanabiliriz, bir çok bakış açısı kazandıran bir
kitap. İnsan içindeki suyu yönlendirmeyi öğrendiğinde aslında belki o olması
gerektiği yol kendisine ilham olacak. Kendi yaratılış sırrımızdan uzaklaştıkça
savrulup bilinmezliğe sürükleniyoruz. İnsan kusurlu bir varlık, aciz. Yaradan’dan
uzaklaştıkça aciziyetliğinin farkındalığından da uzaklaşıyor sanırım. Ne
olduğunun, nasıl yaratıldığının, ne olması gerektiğinin farkındalığından
uzaklaşıyor. Dünya okulunun sistemi öyle muazzam işliyor ki bu sistemin
büyüleyiciliğinden sıyrılıp dünya illüzyonunun farkına varabilmek epey emek
istiyor. Sınav dünyası bu ya hakikat unutturulmuş, görevimiz arayarak hatırlamak. Ama ben eminim ki
herkesin çıkış yolu farklı, çünkü sistem çeşitliliği seviyor bence. İlahi bir Varlığın
ne kadar yüce olduğunun kanıtlarından biri de, sonsuz olasılıklar ve
getirileri.
Ve evet biliyorum yazdığım her
yazı, söylediğim her söz aslında önce kendime söylemek istediklerim. Önce bana
sonra herkese katkı olması dileğiyle..
Yorumlar
Yorum Gönder