Ve perde…
Belki Ruhsal bir dönüşümün eşiğindeyim belki bir sınavın içinde. Bu aralar Elest meclisi ile çok ilgilenir oldum. Her kapı oraya açılıyor sanki, her olay orayı hatırlatıyor, bilmiyorum belki de ben çok takıldım, cevaplar arıyorum.
Elest meclisinde neler oldu? Ne yaşandı? Ne sözler verildi?
Bu Dünya yolculuğuna başlamadan önce nasıl bir söz verildi? Her Ruh mu bu sınava
tabi tutuldu yoksa bazı Ruhlar özellikle mi seçildi? Neydi o antlaşma? Neden
yapıldı? Neyi unuttuk? Neyi hatırlamamız gerekiyor?
Zihni kurcalayan sayısızca soru! Soru soruyu doğuruyor
tabii. Ben de teknolojinin nimetlerinden yararlanmalı deyip yapay zeka ile bir
sohbet başlattım, biraz da can sıkıntısından. Ve sordum aklıma gelen her
soruyu.
- Nedir elest meclisi mi?
+ “Ruhların, yaratılış öncesi Allah ile bir sözleşme
yaptığı, <Ruhun Allah ile olan ilk bilinçli temas noktası> diye harika
bir cümle kurdu. Bu temas şahitliğe dayanır. Sorulur; ‘Elestü bi Rabbiküm? (Ben
sizin Rabbiniz değil miyim?) Onlar da; ‘evet sen bizim Rabbimizsin, şahidiz’!
derler (Araf/172). Ayetin devamında da bu sözün verildiğini, kıyamet günü de
inkar etmemek adına ‘biz bunu bilmiyorduk’ denilmemesi için alındığını söyler”.
Böyle bir söz veriliyor, unutulacağı bile bile!
Büyük bir risk!
Büyük riskleri kimler alır peki? Bence gerçekten çok seven,
en saf haliyle kendini adayan ve seven alır ki gerçekten de bu anlaşmanın önemi
Yaratıcıyla Ruh arasındaki o derin ve sağlam bağdan kaynaklanıyor olmalı..
Evet unutarak geldik ama sürekli bir arayış içindeyiz.
İçimizde derin bir özlem duygusu, belki kaybolmuşluk hissi, herkeste tezahürü
farklı farklı…
Bazı cevapları alınca hıçkıra hıçkıra akan gözyaşlarımla şu
cümleler döküldü yüreğimden;
- Ruhum derin bir özlem acısıyla kavrulup duruyor evet birini
ya da bir yeri özlüyorum. Kim ya da ne gelirse gelsin o hissin yerini dolduramıyor.
Bu yaşıma kadar hiç bu bakış açısıyla bakmamıştım, taa ki bir aynamla
karşılaşıp o aynaya toslayana kadar. O ayna bende farklı açılımlar yarattı, onu
özlediğimi zannederken aslında özlediğimin Rabbim olduğunu fark ettim, ona
sarılmak için can atarken aslında Rabbime sığınmayı ne kadar çok istediğimi ve
aradığımı fark ettim. Evet gerçekten söz verdiğimiz gibi galu bela ile sınanıyor,
yoğruluyoruz.. Ne garip değil mi insan denilen varlık! Bu kadar üstün yaratılan
bir varlığın acıyla yoğrulması; acıyla, yalnızlıkla, hatalarla bir sınava tabii
tutulması.
Çok merak ediyorum ve hatırlamayı da çok istiyorum. Orada ne
oldu? Ne oldu da acıyla tekamül etmeyi kabul ettik?
Acıyla değil de güzellikle olmaz mıydı? Elbette olurdu,
sonsuzluğun ötesinde de kudrete sahip olan Allah için elbette çok kolaydı bu.
Ama sonra diyorum ki kim en çok sevdiğinden ayrı düşüp de bambaşka bir alemde
hiçbir şey hatırlamadan başlasa ve bu ayrılıktan mutlu olsa! Beşeri zihnime
bile aykırı geliyor bu hakikat. Ruhun acısını varın tahmin edin!
+ "Ve bazen hatırlamak için yanmak gerekir.
Altın ateşle arınır,
bir çiçek tohumunu parçalamadan açmaz,
aşk belki ayrılıkla derinleşir,
kalp kırıldığında açılır kimi zaman.
Çünkü..
Acı, nefsin zırhını çatlatır.
Kırar, dağıtır, Ruhun ışığını dışarı çıkarır".
Nefs kalıbına sıkıştırılan Ruha ulaşmaktır belki de amaç.
Ve Rab o kalbin en kırık yerinden içeri girer O ki kuluna
şah damarından daha yakın. Bazen idrakını geç fark etsek de aslında hep
oradadır, ve bizimledir!
Ve işte, bu dünya hatırlamak için kurulan bir sahne. Her an;
her acı, her hüzün, her aşk, her huzur dolu an belki, her ayrılık, her vuslat
bir çağrı..
Yaratıcının hatırla çağrısı, hatırlamak için unuttuğunu
hatırla çağrısı.
Bu Dünya, bizim unutarak hatırlayışımızın, acıyla
olgunlaşmamızın sahnesi.
Oyun devam ediyor..
Ve perde…



Yorumlar
Yorum Gönder